Türkiye’ye kaos dolu günler yaşatan karanlık yüzlü insanların cirit attığı 1993 yılının gizemini çözmeden; bugünlerde kurulmaya çalışılan tuzakları anlamak ve yarınlara umutla bakmak çok zordur!.. Her şey; 7 Ocak 1993’te dev bir uyuşturucu operasyonu haberinin adeta bomba gibi kamuoyunun önüne düştüğü Lucky-Es adlı Panama bandıralı bir gemideki 15 ton uyuşturucuya yapılan baskınla başladı... Lucky-Es operasyonu, uyuşturucu kartellerine büyük bir kayıp yaşatmıştı... Ne alaka demeyin, anlatmaya devam edelim... -MUMCU’YU KİMLER ÖLDÜRDÜ?.. Üç hafta sonra Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin öncü ismi gazeteci- yazar Uğur Mumcu, 24 Ocak günü evinin önünde aracına konulan bombanın patlatılması sonucunda katledildi... Mumcu, bir yandan uyuşturucu baronları ve kaçakçılara kök söktürürken, diğer yandan da PKK terör örgütünün içyüzünü ortaya koyuyordu... Hatta, “Kürt dosyası” kitabı da yarım kalmıştı... Hedef şaşırtanlar, bu dev operasyon sonrasında, Mumcu’nun uyuşturucu baronları ile PKK bağlantılarını gündeme getirebileceği korkusunun cinayet nedeni olabileceği akıllardan çıkmadı... Rahmetli Abdi İpekçi, sağ-sol meselesinden mi yoksa silah kaçakçılığı dosyası hazırladığı için mi öldürülmüştü?.. -JAK KAMHİ’YE SALDIRI... Mumcu olayının “sır perdesi” kalkmadan 4 gün sonra, 28 Ocak 1993’te hedef, bu kez Musevi işadamı Jak Kamhi oldu. Kamhi, İstanbul Beylerbeyi’ndeki evinin önünde, teröristlerin lav silahlı saldırısına uğradı. Şans eseri saldırıdan yara almadan kurtuldu. Olayın faili, saldırıdan tam 10 yıl sonra yakalanabilmişti. İdam cezası kaldırılınca, “müebbet hapse” mahkum edildi. Ve sadece 11 yıl tutuklu kaldı. Bu saldırının, gündemi değiştirmek için yapılmadığını kim söyleyebilir?.. -KAHVECİ’NİN SIR ÖLÜMÜ... Takvim yaprakları, 5 Şubat 1993'ü gösterdiğinde, Türkiye’nin genç, yetenekli ve dürüst siyasetçilerinden eski Maliye Bakanı Adnan Kahveci, sır dolu bir trafik kazası geçirdi. Ailesiyle İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan Kahveci, Bolu-Gerede yakınlarında Gerede-Çaydurt bağlantısına geldiğinde, “İstanbul gidişinin bariyerlerle kapatılması ve yol işaret tabelalarının değiştirilmiş olması” nedeniyle ters yola girdi. Yoğun sis nedeniyle başka bir araçla çarpışan otomobilde Adnan Kahveci ile eşi Füsun Kahveci olay yerinde, kızları Aslıhan ise kaldırıldığı hastanede vefat etti. Kazadan sadece oğulları Cihan Kahveci sağ kurtulmuştu... Dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla sevilen siyasetci Kahveci, Özal’ın isteğiyle “Kürt dosyası” üzerinde çalışıyordu... Bu da mı tesadüf?.. -BİTLİS’İN UÇAĞI NEDEN DÜŞTÜ?.. 1993 yılının soğuk şubat ayıydı. 17 Şubat’ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağı, Ankara Etimesgut Havaalanı’ndan kalktıktan bir süre sonra düştü. Güneydoğu’ya konuşlanan Çekiç Güç’ün Türkiye’den ayrılması gerektiğini savunan Bitlis Paşa, son olarak da İncirlik’ten havalanan Amerikan uçaklarının PKK’lılara yardım ettiğini açıklamıştı. Bitlis Paşa, bölge halkının da sevdiği bir askerdi ve onun söylemleri, ABD’nin hoşuna gitmiyordu. Hatta TSK içindeki, ABD gündümlülerinin de... Olaydan 3 yıl sonra ilginç bir bilirkişi raporu geldi. İstanbul Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden üç kişilik bilirkişi heyeti ise, buzlanma raporunu vermiş olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kaza Kırım ve Uçuş Emniyeti Kurulu gibi düşünmeyerek, “sabotaj ihtimali yüksektir” demişti... PKK-ABD ilişkisini açıkça ortaya koyan Bitlis Paşa’ya bedel ödettirmişlerdi... Yani, yine PKK-ABD ilişkisi vardı işin içinde... -ÖLDÜ MÜ ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?.. Türkiye faili meçhul cinayetler, sabotajlar, suikastler ve saldırılarla sarsılırken, teröristbaşı Öcalan, 16 Nisan 1993’te “süresiz ateşkes” ilan ettiğini duyurmuştu. Açıklamayı 17 Nisan günü Şam’da yapacaktı. Gazeteciler ve hatta dönemin vekilleri, o gün o toplantıya katılmak için yoldaydı. Acı haber, ziyaretçiler daha Şam’a ulaşamadan geldi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, kalp krizi geçirmişti. Daha doğrusu rapora ölüm nedeni öyle yazılacaktı. Özal’ın, ateşkes ilan edileceği bir günde Hakk’a yürümesi, tesadüf olabilir miydi?.. Bu ülkede, olaylar öylesine gelişiyor ki, şüphe duymamak mümkün olmuyor... -33 ERİN ŞEHİT EDİLMESİ... 1993 yılının en acı günlerinden birini 33 silahsız erin şehit edilmesiyle yaşadık. Demirel, Cumhurbaşkanıydı. Kürt kökenli siyasetçilerin de devreye girmesiyle, MGK’da terör örgütü ile ilgili bazı kararlar alınacaktı ve “ateşkes” devam ediyordu. Bu karar öncesinde, 25 Mayıs 1993 günü Bingöl-Elazığ yolunda, tezkere almış 33 silahsız askerimiz şehit edildi... Kim neden rahatsız olmuştu da MGK kararları öncesinde ateşkes bozulmuş, bu korkunç  olay yaşanmıştı?.. Ve ne yazık ki, o 33 erin şehit edilmesinden sorumlu olan terörist Şemdin Sakık, Ergenekon davasında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un aleyhinde gizli tanık olarak ortaya çıktı... Olacak iş mi?.. Başka adam mı bulamadınız?.. Bu olay; kumpas davaları kurgulayanların kimlerle bağlantılı olduklarını ortaya koyması bakımından önemli bir ipucu değil miydi?.. -TERÖR ÖRGÜTÜ AZGINLAŞTI... PKK’nın; Van’da, çoğunlukla Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan gelenlerin kaldığı Yenigün Oteli’ni ateşe verdiği gün, takvimler 30 Haziran 1993’ü gösteriyordu. Feci yangında, 11 sivil öldü. 2 Temmuz 1993 günü ise kanlı örgütün hedefi, bu defa Şırnak’taki Çelik Karakolu idi. Bu baskında 16 er şehit düştü. Türkiye’nin yüreği yandı. Terör örgütüne bu gücü ve cesareti kimlerin verdiği biliniyordu. Ama bugünkü gibi seslendirilemiyordu. Zaten ABD de kendi kendini açığa verdi. Binlerce TIR silah ve mühimmat, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye veriliyordu. Oysa, Bitlis Paşa, bunu 32 yıl önce söylemiş, Amerikalıların Ağrı Dağı’nda teröristlere lojistik destek verdiğini tespit etmişti. MADIMAK VE BAŞBAĞLAR KATLİAMLARI!.. Sıcak bir temmuz ayıydı. Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri vardı. Aziz Nesin’in de aralarında bulunduğu çok sayıda yazar, şair, düşünür Sivas’taydı. O korkunç katliamın işaret fişeğini, görünmez bir el yaktı. Madımak Oteli’nde 33 ozan, düşünür ve yazar ile 2 otel çalışanı yanarak öldü... Bu nasıl bir vicdansızlıktı?.. Samimi biçimde “Allah” diyen insan, bunu yapabilir miydi?.. Olaydan bir gün sonra, 35 kişi gözaltına alındı ama aradan yıllar geçmesine rağmen o gün ateşin fitilini yakan gizli el bulunamadı. Karanlık yüzlüler, yeni bir Alevi-Sünni çatışmasının fitilini ateşlemek istiyordu. Oysa Sivas’ta  Alevi ve Sünniler, asırlardır yan yana yaşamış insanlardı. Sorunları yoktu. Bu nifak tohumu, Sivas’ı kana bulamak için ekilmişti. Tıpkı, Çorum’da ve Kahramanmaraş’ta olduğu gibi... Madımak’ın ateşe verilmesi, Van’da 11 kişinin hayatını kaybettiği Yenigün Oteli’ndeki yangını hatırlatmıyor mu?.. -BAŞBAĞLAR ACISI... Sivas katliamının ardından 72 saat geçmişti ki, Türkiye bir büyük acıyı daha yüreğinde hisseti... 5 Temmuz 1993 günü Erzincan’ın Başbağlar Köyü’nde 33 masum köylü, o gün orada kurşuna dizilerek katledildi. ABD’nin taşeronu, PKK durmuyordu. Marksist geçinen PKK, nasıl oluyordu da emperyalistlerle kol kola yürüyordu?.. Terör örgütü, bu kez 2 hafta sonra, 18 Temmuz’da Van’ın Bahçesaray İlçesi'ne bağlı Sündüz Yaylası’nda ortaya çıktı. Baskında 22’si çocuk ve kadın, 26 kişi katledildi... Terör örgütü, 23 Ağustos’ta Bitlis’in Mutki İlçesi'nde otobüs taradı ve 15 kişi hayatını kaybetti. Aynı günlerde Iğdır’da 14 yiğidimiz şehit edildi... FAİLİ MEÇHULLER DEVAM ETTİ... 22 Ekim 1993 günü, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, bir suikaste kurban gitti. Aydın, önemli bir komutandı ve bölge halkı ile kurduğu ilişkiler, uyuşturucu kaçakçıları ve terör örgütünü rahatsız ediyordu. Lice Jandarma Karakolu’nun önünde, suikast silahı 'Kanas'la katledildi... Kanas silahının kullanılması, kafaları karıştırmıştı. Güneydoğu Anadolu’da uyuşturucu işinde ABD-PKK işbirlikçisi birilerinin bu cinayetle ilişkisi olabilir miydi?.. Nitekim iki üst rütbeli asker, davada yargılandı... Teröristler; ekim ayı içinde de boş durmadı. Siirt Şirvan’da çoğu kadın ve çocuk 23 kişiyi, Tunceli Pertek’te 4 öğretmeni, 22 Ekim’de ise Siirt Baykan’da bu kez çoğu bebek, 22 köylüyü katletti... 25 Ekim’de Erzurum’un Çat İlçesi'ne bağlı Yavi Beldesi'nde terör örgütü PKK, en büyük katliamlarından birini daha yaptı. Köy kahvehanesini bastılar ve olayda 35 masum insan öldü... VE ERSEVER SIRADA... 4 Kasım 1993 sabahına Türkiye, Güneydoğu’da “efsane” olarak anılan Binbaşı Cem Ersever’in öldürülmesiyde uyandı. JİTEM’in kurucularındandı. PKK’ya karşı gözüpek mücadele eden askerlerden biriydi. Ersever, ölümünden 10 gün kadar önce, faili meçhul davasında mahkemeye ifade vermişti. “Terörle mücadele” adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri açıklamıştı. Onun ölümü de diğer faili meçhuller gibi sır oldu. *                   *             * Dedim ya, 1993 yılında yaşananları bilmeden, bugünleri anlamak mümkün değil!.. O yıllarda hemen hemen her “Faili meçhul” cinayette; terör örgütü PKK ve uyuşturucu ticareti bağlantısı ile para var!.. Yoksa, bunca darbeye rağmen terör örgütünü kimler ayakta tutmaya çalışıyor?.. Sorunun cevabını, Prof.Dr. Emin Gürses, kumpas davalar öncesinde hapse atılmadan bir TV kanalında vermişti... Uyuşturucu trafiğini CIA ajanlarının yönettiğini ve elde edilen paranın da Türkiye’de yasa dışı operasyonların gideri için kullanıldığını söylemişti... Birileri rahatsız olmuştu ki Gürses, kumpas davalarda hapse atıldı. Çok uzattım biliyorum. Ancak, 1993 yılında yaşanan faili meçhuller başta olmak üzere bu ülkede halen karanlıkta kalan olayların “sır perdesi” aralanmadığı taktirde, ABD-AB eksenli yeni senaryolara hazırlıklı olmak gerekir... Kaç günden beri bu köşeden sesleniyorum... Herkes “nefret dili”nden, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylem ve eylemlerden özenle kaçınmak zorundadır... Aksi taktirde, “fitne senaryoları”nda bizlere biçilen rol, figüranlık olur!.. Bizler bu acıları çok çektik!.. Uzun lafın kısası; geçmişin benzer acılarını kaldıracak takatımızın kalmadığını söylemek istiyorum...