Gazeteci Hrant Dink'in
katledilişinin
ardından gelişen
sürecin en önemli ayağı Samsun'du...
Çünkü, katil zanlısı Ogün Samast,
olay sonrası
memleketi
Trabzon'a
giderken;
bindiği otobüsün yönü,
"Yolcu alınacak" bahanesiyle
Samsun Yusuf Ziya Yılmaz Otogarı'na çevrilmişti...
Otogar, jandarma bölgesiydi ama
polisle ortak operasyon yapılmıştı...
Otogar Jandarma Karakolu'na getirilen Ogün Samast,
daha sonra Ankara'dan gelen
talimatla,
Samsun Emniyet Müdürlüğü'ne
nakledildi...
Orada, Atatürk'ün
veciz sözü,
"Vatan mevzubahisse gerisi teferruattır"
yazılı TEMA Vakfı takviminin önünde
Türk Bayrağı ile çekilen fotoğraflar,
bazı medya mensuplarına sızdırılmıştı...
Ama bu kıyağı yapanların
bir şartı vardı...
Bu fotoğrafların, "jandarmada çekildiği"
yazılacaktı...
Öyle de oldu nitekim...
Ertesi gün,
FOX TV Haber Müdürü Ercan Gün,
Samsun'da otogardaki jandarma karakolunu işaret ederek,
"O görüntüler işte burada çekildi" diye
canlı yayında olayı anlatırken;
Habertürk TV de "Gazeteciler Cemiyet Başkanı" sıfatıyla
beni canlı yayına
çıkardı. "Hayır" dedim:
"Bu görüntüler, Emniyet Müdürlüğü'nün çay ocağında çekildi"
Bu tezgahı kuranlar,
bu sözlerimden sonra büyük bir darbe yemişlerdi ama
bunu da unutmamışlardı...
Neyse, ayrıntılara girersem uzayacak ama
bu işi milliyetçi ya da ulusalcı tabir edilenlerin
sırtına yıkacaklarını, o günlerde
yazdım...
Sanırım o yazılar dava dosyalarına da girdi...
Yanılmamıştım ve
çok geçmeden
olayın azmettiricisi olduğu iddia edilen
Erhan Tuncel'in
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun
Trabzon ziyareti sırasında,
topluluk arasında bir fotoğrafı medyaya sızdırıldı...
Oysa hangi siyasi
lider, toplu çekilen fotoğraflarda
buna dikkat eder; ama
başkaları, bunun hesabını yapmıştı...
Amaç belliydi ve
Ermeni kökenli bir gazetecinin
cinayetinin faturası,
milliyetçi ya da ulusalcılara kesilecekti...
Bu olaydan sonra
Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy
gibi kumpas davaların yolu açıldı...
Askerler, polisler, siyasiler, gazeteciler ve işadamları
tutuklanırken;
CIA kontrolündeki medya,
yalanlarla hayatları karartıyordu...
"Ergenekon'un kasası"
denilen Kuddisi Okkır'ın
cenazesini
belediye kaldırmıştı...
Arkasında 68 Dev-Solcu subay var denilen
Yarbay Ali Tatar,
onuruyla intihar etmişti...
Abdullah Öcalan'ı Kenya'dan alan
Tuğgeneral Engin Alan,
Ergenekon üyesi olarak yargılanıyordu...
Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un
karşısındaki gizli tanık, 33 erimizin şehit edilmesinin emrini veren
Şemdin Sakık'tı...
Özel Harp Dairesi'nden yetişmiş,
MİT'in yiğit adamlarından Kaşif Kozanoğlu,
FETÖ'nün
CIA'nın
taşeronu
olduğunu
ortaya çıkardığı için
sanıklar arasında yer almıştı...
Ve böyle bir asker, spor yaparken kalp krizi
geçirmişti...
İnanılacak gibi mi?..
Hatırlanacağı üzere,
Dink cinayetini soruşturan
savcı iddianamede;
bu durumu, "FETÖ'nün ilk kurşunu" olarak tanımlamıştı...
Bu anlattıklarımdan
bugüne gelmek istiyorum...
12 Eylül öncesinde,
Sağ-sol çatışmalarını, Kahramanmaraş ve Çorum vahşetini,
Taksim'de de 1 Mayıs katliamını
yaşayan bizler,
Dink cinayetinden
15 Temmuz kahpe
darbe girişimine kadar
tüm süreçlerde de
benzer tezgahları gördük!..
Bugün de gazeteci ve siyasilere
yönelik saldırılarla
hedef şaşırtanlara
karşı uyanık olmamız gerektiğini
hatırlatarak,
yeni bir 12 Eylül öncesinin
yaşanmasına
izin vermeyelim diyorum...
Dün imkanlar kısıtlıydı, uyanamamıştık...
Bugün öyle değil!..
Kuklalara bakmak yerine
"kuklacı"yı
bulursak,
oyunu bozar;
bu millet de bir daha
kardeş acıları
yaşamaz!..