Demokrasinin "kara lekesi" olarak tarihe geçen 12 Eylül darbesinin üzerinden 42 yıl geçti... Anadolu Ajansı'nın verilerine göre; o dönemde 650 bin kişi gözaltına alındı, 210 bin kişi davada yargılandı, 7 bin kişi hakkında idam cezası istendi, idama mahkum edilen 517 kişiden 50'si asıldı, 14 bin kişi vatandaşlıktan 30 bin kişi de işten çıkarıldı... Arkalarında milyonlarca seçmenin bulunduğu Demirel ile Ecevit Hamzaköy'e, Erbakan ile Türkeş de Uzunada'ya sürgüne gönderildi... Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan darbeci Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele alarak, TBMM'yi kapattı... Kısa bir hatırlatma yapmak gerekirdi... Çünkü, hafıza-i beşer nisyan ile maluldü... Yani toplum hafızası, unutuyordu... 12 Eylül olduğunda, önceleri "Kardeş kanının dökülmesi durdu" diye sevinmiştik!.. Ancak, "Bu kanı akıtanlar, kimlere hizmet etmişti?" onu da sonradan öğrendik!.. Oyun çok büyüktü... Demokrasi askıya alınmış, siyasiler susturulmuş, bizler "bülten gazeteciliği" yapar olmuştuk!.. Komik şeyler oluyordu... Gülüyorduk olup bitene ama içimizden tabii ki!.. "Kabus" gibi günlerden geçtik!... İhtilalin, kardeş kanının önlenmesi adına değil; 24 Ocak kararlarının uygulanması için küresel sermayenin isteği ve desteğiyle yapıldığını biliyorduk artık!.. Çünkü, işgal edilmişliğe karşı çıkacak herkesin susturulması bu yüzdendi... Amerikalılar, ihtilali yapan generaller için "Bizim çocuklar" ifadesini boşuna mı kullanmıştı?.. Ülkenin kurtuluşunu, sağ ya da sol fikriyatta arayan gençler de hapisteydi... Devleti koruduğu düşüncesiyle eline silahı alan da oligarşik düzeni yıkacağını iddia eden de işkence altındaydı... Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ile devrimci Necdet Adalı "Asmayalım da besleyelim mi?" denilerek, idam edilmişti... Akılları sıra, bir sağdan bir soldan idam kararıyla denge yapıyorlardı... Böyle bir saçmalığı yaşadık bu ülkede... Konsey Başkanı Evren, kimlerin kime oy attığının izlendiği seçimlerde, Anayasa ve cumhurbaşkanlığını birlikte oylatarak, sandıktan yüzde 92 zaferle çıkmıştı... Kim nasıl saydı, itiraz eden çıktı mı?.. Ancak, milletvekilliği seçimlerinde Kenan Evren'in oy verilmesi için açıkça işaret ettiği "horoz partisi" olarak bilinen ve başında emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in bulunduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi, halkın tercih ettiği Anavatan'ın çok gerisinde kalmış, üçüncü parti olmuştu... Halkın tepkisiydi bu ve uyanış başlamıştı... Taşlar da yerine oturuyordu... Bu arada, basında çıkan yolsuzluk iddiaları yenilir yutulur gibi değildi... Konseyin destek verdiği birtakım insanlar ihale zengini olmuş, bankalar satın almıştı... Kimse hesap soramıyordu... Uzatmayalım!.. Bugünlere geldik ve ne oldu sonuçta?.. 12 Eylül'de iki dudağının arasından çıkan her söz, kanun hükmünde olan Kenan Evren 98 yaşında ve Nejat Tümer de 90 yaşında hasta yataklarında yargılanmadı mı?.. Ve dosyaları Yargıtay'da iken her ikisi de ölmedi mi?.. Sultan Süleyman'a kalmayan dünya onlara da kalmadı... Nereden nereye?.. 12 Eylül yıllarında, Kenan Evren ve arkadaşlarının bir gün yargılanacağını söyleselerdi, kim inanırdı?.. Ancak, unutulan bir şey vardı... Hz. Ali'nin dediği gibi, zalimin düşmanı Allah'tı... Yani, Allah, yarına bırakıyor da yanına bırakmıyordu!.. Allah, bu millete bir daha ne 27 Mayıs ne 12 Eylül ne de 15 Temmuz'u yaşatsın!.. İhtilaller, darbe girişimleri, kumpaslar, suikastlar, yolsuzluk ve hırsızlıkların gölgesinde; bir ömür tükettik... Yaşananlardan ders çıkarıp, bundan böyle çocuklarımızın yüzünü güldürebilsek bari!..